27 Eylül 2014

Turgut Sunalp, Ferdi Tayfur ve Bedenin İşgali






  

‘Tecavüze uğramış kadın, erkekliğin/milletin mağlubiyetinin simgesidir. Bundan böyle önemli olan kadınların çektiği acı değil, erkeğin/milletin kırılan onurudur.’[1]

                                                                                                            

Devletli erkek bilinçaltının lağımlı dehlizlerinden çıkma bir cinsiyetçilikten türemiş ve nev-i şahsına münhasır iki zat-ı muhteremin aşağıdaki faşist infilaklarına dair hiçbir yorum yapılmayacaktır:

‘Özür dileyerek söylüyorum, taş gibi delikanlı oğlanlar var elimizde, yirmi yaşında. Yani kalkıp bir kıza bu yoldan işkence yapacaksa, copa müracaat etme ihtiyacını his eder mi? Değil mi? Yani bazı şeyler var, böyle mantıkla çürütülüyor.’ [Turgut Sunalp 12 Mart Sıkıyönetim Komutanı / Nisan-1973]

‘Gülay Göktürk Hanfendi belki farkındasınız ama o laf attığınız ordu, sizin bacak aranızı da koruyor!’ [Fatih Altaylı Haber Türk Aralık 2008]

 

Özellikle sosyal medyanın yaygınlık kazanmasıyla birlikte sıkıştığı yerden patlayarak kendini iyice görünür kılan toplumsal bilinçaltının her tarafından sızan cinsiyetçilik ve faşizm her çıkışıyla başka bir kepazeliği yüzümüze çarpmaya devam etmektedir. Ölü bir kadın bedenini teşhir ederek o beden üzerinden tecavüz fantezilerini dolaşıma sokmak sadece toplumsal ahlakın çürümesiyle izah edilemez. Bu alçalma hali, tarihseldir, sosyolojiktir ve ideolojiktir!

Sınırı geçerken yakaladıkları mülteci bir kadının önce parasını alan ve sonra tecavüz eden yirmili yaşlardaki askerlerin geçtikleri ahlaksal ve politik tedrisatın arka planı korkunç bir savaş, talan ve erkeklik geleneğinin temsilidir. Bu gelenek, örgütlü şiddeti bir toplumsal varoluş biçimine dönüştüren, uygarlığı ise evcilleştirmenin ve tecavüzün oyun alanına eşitleyen, hükmetmeyi ve talan etmeyi toplumsal bütünlüğün ideolojik bir tutkalı olarak kullanan savaşçı ve ziyadesiyle erkek ataların geleneğidir! Zerzan, ‘kadınların ikincil konuma itilmelerinin savaş ideolojisi sayesinde olduğunu ve savaş ideolojisinin bizzat erkek ideolojisi olduğunu’ söyler. [2]

 

Erkekliğin tarihi boyunca erkeğin topluma kabul edilme ölçüleri savaşkanlık ve güçle ilişkilendirilerek kadın bedeni bu gücün bir uygulama alanına dönüştürülmüştür. Duygudan çok performansa indirgenmiş bir savaş ve beden pornografisi eşliğinde zaten parçalanmış olan mahrem alanlarımızı kolektif bir tecavüz alanına dönüştürmek için kapitalist uygarlık saat başı yeni operasyonlarla hayatlarımıza saldırmaya devam etmektedir. Rojavalı kadına tecavüz eden askerlerin bulundukları sınır kapılarının ve kulübelerinin hemen üstünde büyükçe bayraklar dalgalanır. Zerzan, ‘savaş hem devletin sebebi hem de sonucudur’ der ve ekler: ‘savaşı yaratan sembolik kültürdür; bu kültürün en güçlü göstergelerinden biri olan ulusal bayraklar, hemcinslerimizi insandan saymamamızı salık veren sistematik tür içi katliam çağrıcılarıdır.’ Hem Rojava’da kaybedilen bir savaş, muktedirin şanlı zaferler hanesinde erkekliğinden ve yüce Türklüğünden utanmasını sağlayan kapkara bir eksiye dönüşebilir her an. Spivak’ın dediği gibi, ‘Savaşlardaki tecavüz, toprak kazanmanın yerine geçen bir tür kutlama törenidir.’   

 

Savaşın Büyük Ganimeti: Kadın Bedeni!     

Savaş, uygarlığın gıdasıdır. Bu gıdanın üretildiği en güçlü alanlardan biri olan fallik ideoloji, kendini en çok savaş ortamlarında yeniden üretir. Vatanla özdeşleşen toprak ana imgesi işgal ve talana uğrayan kadın bedenidir. Muzaffer tarafı erkek, mağlup tarafı kadın temsil eder. Spivak’a göre ‘Milliyetçi söylemde ana, eş, sevgili, bakire imgeleriyle bezenmiş, -somut özelliklerini kaybedip soyut bir ideale indirgenen – kadının namusu aynı zamanda milletin namusunu, kadının utancı milletin utancını temsil eder. Cinsel şiddet, aile olarak kurgulanan muhayyel cemaati yani milleti sevgilisinden, anasından yoksun bırakmaktır. Bu yüzden savaşta arzu ve korkular kadın bedenine yönelir.’ [3]Aktaran: Arus Yumul

 

Fetih savaşlarında talan ve ganimet repertuarının içinde en çok yer alan şeylerden biri de kadın bedenidir. Çünkü kadın bedeni, erkek savaşçının bilinçaltında hem bir savaş alanı, hem vatan, hem düşmanın onuru, hem de bir zafer ödülüdür. O yüzden bu ülkede erkek ordu, erkek millet ve erkek devlet ideolojisinin ardında bıraktığı korkunç enkazın içinde bizzat devlet adına tecavüz edilmiş on binlerce kadının hikâyesi gizlidir. Kürt şiirinden politik müziğinin kılcallarına tevarüs etmiş olan ‘Welat / Dayik’ analojisi aynı şekilde derinlikli bir yapı söküme uğratılmayı beklemektedir. ‘Ağrı Direnişinin ünlü komutanı Biroyê Heskê Têlî, yenilgiye yakın bir dönemde kendi eşi ve kızı düşmanın eline geçmesin diye kendi elleriyle öldürmüştür’ hikâyesi Kürdistan’da hala çok yaygındır. Ebu Garip Hapishanesindeki Iraklı kadınlar hapishaneyi basan Iraklı savaşçılara ‘Bizi, bu hapishaneyi ve karnımızdaki Amerikan piçlerini birlikte yakın’ diye yalvarmaları bu toprakların başka bir öyküsüdür...

 

Ya Benimsin Ya Toprağın…

‘Ya benimsin ya toprağın’ şarkısı sıradan bir Ferdi Tayfur şarkısından çok daha fazlasıdır. Kendine yenilmiş, zayıf hatta zavallı bir erkek egosundan çıkma bu haykırış erkek iktidarının kadını nasıl bir kurgusallığın içine hapsettiğinin de turnusol kâğıdıdır. Bu topraklarda aşk denilen ama aşkın dışında bütün bozulmuş duyguları bünyesinde barındıran o ‘muhteşem cinnet patlamaları’ yüzünden kadına tecavüz eden ya da öldüren erkeklerin bu kadar çok oluşu, erkeğin kadın bedenini kendi iktidarını sürekli teyit ettirdiği bir etkinlik alanına dönüştürmüş olmasındandır. ‘Ya Benimsin ya Toprağın’ felsefesi milyonlarca cinnet anını basit bir magazinel göstergeye dönüştürürken Ferdi Tayfur’un ‘ya benimsin ya toprağın’ şarkısının olduğu kaseti milyonlarca satmıştır. Mahsun Kırmızıgül’ün ‘Olmaya ki bana yanlış yapasan’ şarkısı erkeğin kadına karşı sürekli tetikte olan gözetleyici, hizaya getirici ve son kertede gözdağı verdiği hatta gerekirse kadını öldürme veya rezil rüsva etme tehdididir! Kadir İnanır’ın sert ve güçlü eliyle Serpil Çakmaklı’ya attığı tokatın acısı bu ülkedeki kadınların yüzünden hala çıkmamışken Kadirizm diye garip bir erkek akımı o dönem toplumsal zeminde sert, maço ve güçlü bir erkekle özdeşleşerek erkekliğin ideolojik bagajına bol miktarda malzeme taşımıştır. 

 

Erkeğin Güçsüzlük Gösterisi

Her güç gösterisi aynı zamanda güçsüzlüğün dışavurumudur. 1970’lerin ‘zenginlik hayalleri kurarken kötü yola düşürülmüş, fabrika patronunun oğlu tarafından kandırılmış, ünlü olmak için İstanbul yollarına düşmüş ve şehirlerin büyülü ışıklarına kapılmış ve en nihayetinde kerhaneye düşmüş’ onlarca farklı varyantlarıyla kadının sadece ‘edilgen özneye’ indirgendiği filmleri bir kuşağı zehirlemiştir. Saf Anadolu kadınının masum bedenine sahip olması gereken Nuri Alço ve Coşkun gibi hainler değil namusuna düşkün masum bir Anadolu erkeğidir ilkesi tam bir ahlaki buyurganlıkla kamusal alanın bilinçaltına kazınmıştır. Tıpkı bu vatanı en çok hak edenler bu vatanı en çok sevenlerdir kuralının ‘bilinci vejeteryan ama bilinçaltı sürekli kızarmış biftek arzulayan’ milliyetçi toplumsal ahlakın ikiyüzlülüğü gibi!  ‘Bedenime sahip olabilirsin ama ruhuma asla’ repliğini hepimiz 1970’lerin bol tecavüzlü Yeşilçam filmlerinden biliriz. Bu replik aynı zamanda tarihin derinliklerinde yatan ve kendini sürekli güncelleyen bir duruma gönderme yapar: ‘Ruh ve bedeni tıpkı insan ve doğa gibi birbirinden ayırıp apayrı şeylermiş gibi sunan uygarlaşma tarihinin iddia ettiğinin aksine, beden ve ruh bileşiktir; içkin ve aşkın olanın birbirine geçtiği tamamlayıcı bir durumdur.

Saldırıya uğrayan bir bedenin acısını ruh, ruhun acısını beden öder. Kadının ‘Ruhuma Asla’ itirazı beyhude bir karşı çıkıştır. Tecavüz bir insan icadıdır. Muhteşem uygarlaşma serüvenimizle davam eden ve erkeğin erkini sürekli ilan ettiği tarihsel ve güncel bir etkinlik ve alçalma alanıdır. Tecavüzün faili bedene yönelirken aslında insanın en kırılgan tarafına yönelir. Erkeğin tecavüzünde hedef çoğunlukla kadının bedeni değil kadının çocukluğudur. O yüzden karakollarda, evlerde, yurtlarda, sınır boylarında tecavüze uğramış kadınlar boydan boya erkeklerin yönettikleri bir savaş düzeneğinde ağır bir yenilmişlik duygusuyla sessizce yaşarlar. Çünkü çocuklukları gasp edilmiş ve talana uğramıştır…

Binlerce yıl önce yaşam bir uyum ve denge üzerinden ilerlerken cinsiyeti kategorileştiren ve her ideolojinin omurgasına cinsiyetçi ayırımları döşeyen erk ve erkek merkezli iktidar ilişkilerinin buyurduğu gibi yaşam ve varoluş denilen şey, sadece yenen-yenilen, alttakiler ve üsttekiler ikiliğine sıkıştırılmıştır. Kendi duygu dünyasıyla verdiği savaşta yenildiğini bilen ve iradesine artık söz geçiremeyen, kendine karşı hükmünü yitirmiş olan erkeğin, kaybettiği iktidarını kadın bedeni üzerinden yeniden kurmaya çalışması, ruhsal, bedensel ya da örtük bir tecavüzün kuluçkası haline gelir. Tecavüzde kadının duygu ve anlam dünyasının, bedeninden çok daha büyük bir tahribata uğradığını iyi bilen erkek, bunu işgalci bir güç gösterisine dönüştürür. Kadının ruhsallığı örselenirken erkeğin insanlığı gittikçe daha çok kaybolur. Tecavüz eden erkek bedeninin bir başka bedene aşkla ve sevgiyle dokunduğuna bir daha rastlanmaz! Gözaltında tecavüz, hiçbir şekilde teslim olmayan tutsak/düşmanın erkekte yarattığı cinnet ve yenilmişlik hissinin hınç ve öfkeyle bedene yönelmiş halidir.

Zaferle çıktıkları her savaştan cariyelerle dönen sultanların ve kralların, ülkeyi anarşistlerden kurtarmış ve yönetmiş Turgut Sunalp’ların, köhnemiş, ağlamaklı ve bozguna uğramış bir duygunun mağduriyetini kulağımıza bağırıp duran Ferdi Tayfur’ların ülkesinde tecavüz bir nevi gündelik yaşam pratiğine dönüşmüştür… Doğayı, bitkiyi ve hayvanı evcilleştirirken kadını da eve kapatan ve kadını büyük günahın aynı zamanda kutsal öznesi haline getiren ‘güzide uygarlığımızın’ bir savaş ideolojisi olarak önümüze sunduğu tecavüz, bütün insani erdemlerimizin öldüğü sınırdır aynı zamanda! Bu sınırı ret etmenin tek bir yolu kalmıştır: Tarihin, dinin, bilimin, ideolojinin ve erkeklik üreten bütün kurumsallıkların bize sağladığı bütün iktidarcı olanakları ret edip erkekliğimizden tamamıyla vazgeçmek!



[1] Arus Yumul / Erkek Millet Asker Millet / İletişim Yayınları

[2] Zerzan / Makinelerin Alacakaranlığı / Kaos Yayınları

[3] Erkek Millet Asker Millet / İletişim Yayınları

1 yorum: